Milli Atletimiz Hamza CANAVAR (2)

10 Şubat 2015 | Kategori: Yazılarım | 7.167 views


HC-Resim1

SU GİBİ

Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya

İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi.
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı.
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!

İnsanlar vardır; derin bir okyanus.
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.

İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu.
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz.
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.

İnsanlar vardır; sakin akan bir dere.
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.

İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı.

İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan.
Can Yücel

Evet, “Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı,” diyor büyük şair Can Yücel. Ne kadar doğru bir söz. Dadaloğlu gibi mert, Ferhat gibi çalışkan, Yunus gibi insancıl, Köroğlu gibi cesur, Karacaoğlan gibi sevdalı olmalı insan. “İnsan, insan olmalı!” Geldiği yerleri unutmamalı, sevmeli Veysel gibi Türkiye’min kara toprağını. Yaşadığı topraklarda adım adım ayak izi olmalı, alın teri düşmeli koştuğu yerlerde. Tarihin sayfalarına ismi yazılmalı, unutulmamalı, zaman zaman hatırlanıp okunmalı! İşte öyle bir insan Hamza Canavar.

Size ilk yazımda Hamza Canavar ağabeyimin yıllar önce kendinden dinlediğim bir yol hikayesini anlattım. Bu yazımda ise sayfalarca yazsam bile bitmeyecek olan bir yaşam öyküsünden; başarı dolu uzun bir maratondan kesitler bulacaksınız.

HC-Resim6
“BEN KOŞMAK İSTİYORUM”

Kimse ne olup bittiğini anlayamadan, yıllar ne çabuk geçti. Sıcak yaz mevsimi yerini serin sonbahara bırakmış, Denizli Lisesi’nde yeni öğretim yılı başlayalı birkaç ay olmuştu. Okulun spor öğretmeni tüm sınıfları gezerek Atatürk Koşusu’na hazırlamak için koşucu seçmeye başladı ve kendince uygun gördüğü, uzun boylu, kanlı canlı öğrencileri seçip ayırdı. Hamza Canavar defalarca ve ısrarla parmak kaldırmasına rağmen, öğretmen “Hayır, sen zayıfsın, koşamazsın!” diyerek onu koşucular grubuna almadı.

Okulda koşu için seçilen öğrenciler öğretmen tarafından çalıştırılarak koşuya hazırlanıyordu. Koşu günü belli olmuştu. Hamza, içten içe üzülmeye, yaralı bir kuş gibi kendince çırpınmaya başladı. Sonunda tüm cesaretini toplayıp koşu gününden bir gün önce İl Spor Müdürlüğü’ne çıktı: “Yarınki Atatürk Koşusu’nda koşmak istiyorum, fakat öğretmenim izin vermiyor. Bana yardımcı olun lütfen efendim! Ben geçen yaz seksen kilometre yürüyüş yaptım. Buradan Çardak kazasına kadar ineklerle beraber yürüdüm,” diyerek yaşadıklarını anlattı. “Bu koşuda başarılı olacağım,” dedi.

Müdür, “Olmaz yavrum, sen lisede okuyorsun, öğretmeninden izinsiz olmaz!” dedi. Dedi ama bir süre sonra da dediğine pişman oldu. Odacısına dönerek, “Çağır şu delikanlıyı, beni çok etkiledi. Kim gelir ‘Ben koşmak istiyorum!’ diye? Yarın bir iş yapar da bakarsın başarılı olur. Hem şu seksen kilometrelik yol hikâyesi nedir, tekrar anlatsın bana,” dedi.

Hamza, çaresizlik içinde boynunu bükerek morali bozuk bir şekilde merdivenlerden inerken arkadan bir ses onu geri çağırdı: “Genç, biraz bakar mısın?” Dönüp baktı, kendisini çağıran odacıydı. Bunun üzerine geri döndü, bir daha anlattı müdüre yol hikâyesini. Müdür bu kez daha dikkatli dinledi onu ve çok duygulandı: “Tamam, yarın gel. Ben sana bir forma vereceğim, ama formanda numara olmayacak. Koşanların yanında sen de bulun. Onlarla beraber koşuya başla. Haydi bakalım, göster kendini! Beni çok etkiledin çocuk!” dedi.

Koşu günü sabahı Hamza tarif edilen yere geldi. Numarasız formasını sırtına geçirdi. Okuldaki sıra arkadaşından yalnızca bir günlüğüne ödünç aldığı spor ayakkabılarını giydi. Küçücük yüreği heyecanla atmakta, ışıldayan yemyeşil gözleriyle koşuya başlama düdüğünü çalacak olan hakeme bakmaktaydı. Koşuya başlama düdüğünü duyar duymaz bir ok gibi ileriye fırladı ve diğer koşucularla birlikte koşmaya başladı. Her okuldan öğrenci vardı, en az yüz kişiydiler. Artık konuşmalar, bekleyişler bitmiş, kıyasıya bir yarış başlamıştı. Henüz üç, dört kilo metre koşulmuştu ki öğrencilerin yarıdan fazlası döküldü, yarışı bıraktı. Hamza ise dişini tırnağına takmış, tüm gücüyle koşuyor; bir öğrenciyi geçiyor, arayı açıyor; tekrar başka bir öğrenciyi geçerek arayı açıp koşmaya devam ediyordu. Hamza finiş çizgisine ulaşmayı başardı ve ipi göğüsleyen ikinci koşucu oldu. İl Spor Müdürü onun ikinci gelişine çok sevindi.

hz1

ARTIK HEDEFİNİ BELİRLEMİŞTİ

Okulda onu seçmeyen spor öğretmeni de yanıldığını anladı ve Hamza’ya sahip çıktı. Hamza da Denizli’de, okullar arasında yapılan tüm koşularda başarılı olarak kısa sürede spor otoritelerinin güvenini kazandı. Bu defa iller arası atletizm koşularına katılmaya başladı. Katıldığı yarışların tümünden başarıyla döndü. Artık Hamza okulda sevilen ve değer verilen bir öğrenci konumuna gelmişti. Sınıf öğretmeni onunla özel olarak ilgilenme gereği duydu.

Hamza, bir gün okuldan gelmiş, kırık pencereli odasında gaz ocağını yakmış, aliminyum tenceresinde tarhana çorbası pişiriyordu. Kaynamaya başlayan çorbayı tahta kaşıkla yavaş yavaş karıştırıyor, bir an önce pişmesini bekliyordu. O sırada kapısı çalındı, gidip açtı, gelen sınıf öğretmeniydi. Öğretmen içeri girer girmez gördüğü manzara karşısında şaşkınlığını gizleyemedi: “Yarın seni bu evden derhal yurda taşıyacağım! Burada hayvanlar bile yaşamaz oğlum! Bu gece kal, eşyalarını topla, sabah gelir alırım seni!” dedi ve gitti.

Hamza o gece sabahı edemedi sevincinden. Hem temiz, sıcak bir odada kalacak hem de karnı doyasıya yemek yiyecekti. Dünyalar onun oldu. Ertesi gün sabahleyin gerçekten sınıf öğretmeni geldi, Hamza’yı alıp yurda yerleştirdi. Bir takım forma, bir çift de spor ayakkabısı verdi. Hamza sevinçten havalara uçuyordu. En çok da ayakkabılarına sevindi. Her koşuda bir arkadaşından ödünç olarak ayakkabı istemekten kurtulmuştu. Belki de bu yüzden ayakkabıları onun için çok önemli ve çok değerliydi. Hatta o yıllarda şöyle bir rivayet dilden dile dolaşıyordu:

“Hamza bir gün trenle Denizliden Bozkurt’a gelmiş. Ekim ayının son günlerinden biriymiş. Beylerlili hemşeriler at ve öküz arabalarıyla pancar taşıyorlarmış kara trene. Hamza işte o hemşerilerden birine eşyalarını bırakıp, oradan köye koşarak gitmiş. Bozkurt’tan ayrıldıktan sonra eskimesinler diye spor ayakkabılarını çıkarmış, bağcıklarını birbirine bağlayıp boynuna asmış, öylece yalın ayak köye kadar koşmuş. Çünkü koşularda en gerekli olan eşya ayakkabılarmış. Bir atlet formasız, çorapsız koşabilirmiş, fakat ayakkabısız asla!”

Öğrenci yurduna yerleşen Hamza’nın morali günden güne düzeliyordu. Yeterli beslendiği için dizine can, yüzüne kan gelmeye başladı. Bir gün sınıf öğretmeni yurda geldi, yurdun aşçısına “Hamza’ya güzel bak, tabağına bir kepçe fazladan yemek koy,” diye tenbih edip gitti.

Bahar ayları geldi, bölgeler arası koşular başladı. Hamza her sabah erkenden kalkıyor, İstiklâl Caddesi ile Lise arasında kocaman bir tur atarak antremanını tamamlıyor, sonra duşunu alıp, giyinip okuluna gidiyordu. Artık hedefini belirlemişti. Ekmek aslanın ağzındaydı, kimse kimseye karşılıksız bir şey vermiyordu. Bu bilinçle çalışıyor; koşuyor, daha çok koşuyordu. Denizli Lisesi sporcusu olarak her koşuya gönderildi. İzmir’de liseler arasında yapılan koşuda Ege Bölgesi birincisi oldu. Çalışmasının ve gayretinin karşılığını aldı.

HC-Resim3

BİR BAHAR GÜNÜYDÜ

Hiç unutmam, ben Denizliye geleli iki yıl olmuştu. Bir bahar günüydü, Çınar Meydanı ile Kapalı Spor Salonu arası trafik kesilmiş, insanlar yolun iki kenarına dizilmişti. Benim o sırada çırak olarak çalıştığım Foto Can fotoğraf stüdyosu, PTT’nin karşısında idi. “Bugün Ege Bölgesi İller Arası Atatürk Koşusu var,” dediler. Hamza Canavar da koşacakmış diye duydum. Koşu düdüğü çalınmış, atletler ileriden koşarak bize doğru gelmeye başlamıştı. Hamza Ağabeyimle yollarda falan görüşürdük, ama onu hiç koşarken görmemiştim. Hemen davranıp ilk gelenin uzaktan fotoğrafını çektim. İyice yaklaşınca, bana doğru yaklaşmakta olan, en öndeki atletin Hamza Ağabeyim olduğunu fark ettim. Elimde fotoğraf makinasıyla yaklaşık yüz metre kadar onunla birlikte ben de koştum. Nefesim yetmeyince kenara çekilip arkasından “Ha gayret Hamza Abi! Haydi Abi! Arkandakiler uzakta kaldılar! Devam et Abi!” diyerek aklımca ona destek vermeye çalıştım. Denizli alkış ve “Bravo!”sesleriyle inliyordu. Tüm Denizli halkı, köylerden kasabalardan gelen seyirciler, söz birliği etmişçesine Hamza’yı alkışlıyorlardı. Hamza Ağabey en önde gitti, varış çizgisinde ipi göğüsleyen ilk atlet oldu. Orada bekleyen birileri Hamza Ağabeyi kucaklayıp öpüyorlar, görevli kızlar da eşofman giydirmeye çalışıyorlardı. Terliydi, hastalanmaması için hemen sırtına bir eşofman ya da bir kazak geçirmeliydi. Ortalıkta bir hareketlenme oldu, insanlar bir oraya bir buraya koşuşturup dalgalandı. Ben sevinçten uçuyordum, göklere çıkıyordum sanki! Nasıl gurur duydum, nasıl heyecanlandım! Bu duyguları cümlelere sığdırmak oldukça zor inanın! Bu duygunun güzelliğini, yüceliğini anlamak için yaşamak lazım. Hamza Ağabeyime o günden sonra başka bir gözle bakmaya başladım. Onu içimde büyüttüm de büyüttüm.

Birkaç yıl sonra kardeşim Sabri İstanbul Üniversitesini kazanmştı, Kredi Yurtlar Kurumu’ndan kredi alacaktı. Kredi kefalet senedi için iki kefil lazımdı. Kefilin birisi bendim, ikincisinin kim olacağı konusunda epeyce kafa yordum. Konuyu birkaç tanıdığa açtım, şöyle bir düşünüp kefil olmak istemediklerini söylediler. O sırada Hamza Ağabey aklıma geldi, bana kefil olur muydu  acaba? Onu arayıp buldum, utana sıkıla derdimi anlattım. “Tabiî ki olurum abim. Haydi gidelim notere. Ne demek, biz köylüyüz! Benim köyümden biri okuyacak da bana işi düşecek, yapmaz mıyım hiç!” dedi. Elimi tuttu, beraberce notere gittik, noterdeki memurlar Hamza Ağabeyi tanıyorlarmış. Bize iki çay söylediler, içerken işimizi yaptılar. Müdür evrağı imzalarken Hamza Canavar ismini görünce odasından çıkıp yanımıza geldi. Hamza Ağabeyi alıkoydu, odasına buyur etti. Ben sevinerek vedalaşıp oradan ayrıldım, işime döndüm.

Ben Hamza Ağabeyle işte böyle bir anı yaşadım. Haydi gel de yazma bunu! Haydi unut unutabilirsen! Haydi, yıllar öncesinden beynine altın harflerle nakşedilmiş o güzel anları sil silebilirsen! Benim tanıdığım Hamza Ağabey insan gibi insandır. Onu kim, nasıl değerlendirirse değerlendirsin, o hiç kimsenin hatırını kırmamaya özen gösterir. Mütevazi bir hayat tarzı vardır. Sayılan, sevilen bir kişidir Denizli’de.

HC-Resim5

MİLLÎ TAKIMA KATILMASI

Askerlik çağı geldiğinde, vatani görevini Çanakkale Jandarma Alayında yapacağı belli olmuştu. Alay Komutanı, Hamza Ağabeyi dört gözle beklemeye başladı, teslim olduğu sabah Alay Komutanı onu, “Hoş geldin yavrum!” diye karşıladı. Çünkü o gün Çanakkale’de geleneksel Bayrak Koşusu vardı. Komutan ona koşuya katılmasını söyledi. Takım olarak katıldılar. Hamza Ağabey bireysel olarak kendi dalında birinci oldu. Takım olarak da birinciliği başkasına kaptırmadılar. Asker arkadaşları Hamza Ağabeyi, koşunun sona erdiği yerden Alaya kadar omuzlarında taşıdılar. O ne büyük coşku, o ne büyük sevinçti! Komutan, Hamza Ağabeyi odasına çağırıp tüm kalbiyle kutladı. Herkes sevindi, şimdiye kadar hiç birincilik alamamışlardı çünkü. Bir gün sonra da yukarıdan gelen bir emirle Hamza Ağabeyi Ankara’ya, Ordu Atletizm Milli Takımına çağırdılar. Ankara’ya vardıktan birkaç hafta sonra Başkumatanlık Koşusuna katıldı, altı yüz kişi arasında üçüncü oldu. Ödülünü zamanın Komutanı Cemal Tural Paşadan aldı.

Bu başarı onun Ordu Millî Takımına seçilmesine vesile oldu. Yanında Türkiye’nin seçkin atletleri vardı, onların tecrübelerinden yararlandı. Lüksemburg’da Dünya ordular arası koşuya katıldı. Takım olarak iyi bir başarı elde ettiler. Askerlik Hamza Ağabeye şans getirdi. Millî Takıma girdi ve takım arkadaşlarıyla birlikte defalarca yurt dışında düzenlenen ordular arası koşulara katıldı. Askerlik dönüşü Hamza Ağabey tekrar Ankara’ya, Millî Takıma çağrıldı. Romanya’ya gitti, orada koşarak ülkemizi temsil etti. Balkan oyunlarında Millî Takımda görev aldı. Yugoslavya’da yapılan 40 kilometrelik maratondan iyi bir dereceyle döndü. Çekoslavakya’da yapılan 40 kilometrelik maratonda ise beşinci geldi. Hollanda’da yapılan maratona katıldı, oradan da başarılı olarak geriye geldi.

HC-Resim7

BAĞRINDAN ÇIKARDI AL BAYRAĞI

6 Nisan 1970’te Yunanistan’da yapılan Atina Maratonunda, Dünya Üçüncüsü olarak şeref kürsüsüne çıktı. Tüm Dünya milletlerinin gözü önünde, üçüncü gönderde dalgalanan Türk Bayrağı, Hamza Canavar sayesinde dalgalandı. Bize bu sevinci, bu büyük mutluluğu tattırdığı için, bu büyük gururu yaşattığı için kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Atina Maratonunda, 42.195 metrelik parkurda koşan atletlerimizden İsmail Akçay birinci, Hüseyin Aktaş ikinci, Hamza Canavar üçüncü, Yılmaz Sakallı da dördüncü oldu. Türk spor tarihinde ilk kez üç Türk atleti, şeref kürsüsünün üç basamağına bir anda çıkarak üç göndere de Türk Bayrağı çektirmeyi başardı. Bu büyük başarının altına imza atanlardan birisi, Beylerli’nin bağrından çıkan Hamza Canavar’dı. İnsan Beylerlili olur da nasıl heyecanlanmaz, nasıl onur duymaz, nasıl bayram etmez? Gerçekten o yıl Denizli’deki Beylerlililer olarak keyfimize diyecek yoktu. Nerede Hamza Canavar adı geçse, hemen atılır, “O bizim köyümüzdendir!” diye başlardık ondan bahsetmeye. O yıl morallerimiz doruktaydı. Adeta bir parçamız gibi hissettik Hamza Canavar’ı, başımız havalarda yürüdük işimize gidip gelirken. Sevindik, kelimelerle anlatamayacağım kadar çok sevindik. Atina Maratonunda neler hissettiklerini bir de Hamza Ağabeyin kendi ağzından dinleyelim:

“O yıllarda Yunanistan’ı askerî cunta yönetiyordu. 40 kilometrelik koşunun son dakikalarında önümde üç atlat vardı. Birinci ve ikinci sıradakiler Türk, benim önümdeki isen Yunan’dı. Olimpiyat Stadının kapısında içeri girdiğimizde benden on metre kadar öndeydi. Yunan seyirciler ayağa kalkıp atletlerini alkışlayarak destek verdiler. Büyük bir alkış tufanı koptu koca stadta. Bu ilgiye şaşırdım ve birden bir uykudan uyanır gibi oldum. Koşunun bitmesine ikiyüz metre vardı, “Kendimi toparlayıp bu atleti mutlaka geçmeliyim!” dedim. Bir anda sevdiğim kadın gözlerimin önüne geldi. Sonra albayrağım, Türkiyem, memleketimdeki dostlarım ve beni görünce bağrına basan hiç tanımadığım güleryüzlü insanlar bir film şeridi gibi saliseler içinde beynime hücum ettiler. ‘Bu stadta al bayrağımızı dalgalandıramazsam yazıklar olsun bana!’ dedim içimden. Tüm gücümle bacaklarıma yüklendim, adımlarımı biraz daha, biraz daha açarak koştum, bir anda Yunan atleti geçerek üç metre kadar da arayı açtım. Bitiş çizgisine Yunan atletten önce varıp koşuyu üçüncülükle bitirdim. Orada bir de ne göreyim? Benden sonra bir Türk atleti daha o Yunanlı atleti geçmiş! Böylece ilk dört atlet Türk olmuştu. Terlemiş kollarımı yukarı kaldırıp önce Yunan seyircileri selamladım, sonra da ellerimi açıp bana bu başarıyı bahşettiği için Tanrıya şükrettim. O sırada bir duygu seli koptu yüreğimden, sevinç gözyaşlarımı tutamadım. Şeref kürsüsüne ödülü getiren görevli kız bir kâğıt mendil uzattı bana, ‘Ne olur ağlama, dayanamıyorum. Ne olur ağlama!’ der gibi, yalvarır gibi hüzünle bakıyordu gözlerime. O anda ne olduysa oldu, Yunanlılar taraf değiştirdiler, bu defa binlerce el Türk atletlerini alkışlıyordu. Alkışların bu kadar uzun sürüşüne, bu kadar canlı oluşuna çok şaşırdım. Şeref kürsüsünee çıkınca ellerimle seyircileri bir kez daha selamladım, öyle bir alkış tufanı koptu ki stadyumda, yer gök sallanıyor gibi geldi bana. Bir yandan da ‘Türkiye! Türkiye!’ veya ‘Türko! Türko!’ diye bağırarak tempo tutuyorlardı. Öyle sanıyor ve inanıyordum ki o sesler Atina’daki binaların duvarlarından yankılanıp İzmir’de, Denizli’de bile duyulmuştur. Madalyalarımızı alıp üç Türk bayrağını üç göndere çektirip İstiklâl Marşımızı söyledik. Yunan cuntası yetkilileri bu başarımızı hazmedemedi. Garip bir şekilde benim ödülümü beşinci gelen Yunan atlete vermek istediler. Ben ‘Olmaz!’ diye itiraz ettim, Türk idareciler de itiraz ettiler. İtirazımız cunta yönetimini ikna edemeyince Yunan seyirciler tekrar beni alkışlamaya başladılar. Hem üzüldüm hem de çok heyecanlandım. Her koşuda, bağrımda, kalbimin üzerinde atletimin içine sakladığım al bayrağımızı çıkardım, iki elimle başımın üstünde tutup gururla dalgalandırarak kürsüden yeşil çimenlerin üzerine atladım, stadı koşarak bayrakla bir tur attım. Büyük bir uğultu içinde Yunan halkını selamladım. Yunan cuntası yetkilileri bakıp kaldılar ardımdan. Üçüncülük madalyama dokunamadılar. Olimpiyat Stadını Yunanlıların çılgınca alkışları arasında gururla terk ettim. Beşinci gelen kendi atletlerini ise sahayı terk ederken ıslıklarla protesto ettiler.”

YILIN ATLETİ SEÇİLDİ

Sevincimizi kursağımızda koymadı Hamza Canavar, 27 Aralık 1971’de Ankara’da yapılan Atatürk Koşusunda Türkiye Birincisi oldu. Tam 10 bin 500 metrelik parkuru 31 dakika 30 saniyede koştu. Tıpkı Atina’da olduğu gibi Ankara’da da çok heyecanlandı. Neler hissettiğini soran gazetecilere, “Hayatımın en mutlu anını yaşadım!” diye cevap verdi. Bu kısa fakat anlamlı cümle gerçekten onun duygularını, onun ruh halini çok güzel özetliyordu. İşte bu ve bunun gibi millî ve uluslar arası başarıları yüzünden yalnızca biz Beylerlililer değil, tüm Denizli halkı ona gereken ilgiyi gösterdi ve onu bağrına bastı. Millî formayla neredeyse gitmediği ülke, katılmadığı koşu kalmadı. Her gittiği ülkeden iyi dereceler, hatırı sayılır ödüllerle döndü. Birçok ülkede birçok kez İstiklâl Marşımızı dinletmeyi basardı, al bayrağımızı gönderlere çektirerek dalgalandırdı. Onun her başarısı bizi daha da gururlandırdı, yüzyüze gelemesek bile içimizden “Sağol Hamza Canavar! Var ol!” diyerek kutladık onu.  Bu başarılı insan sonunda, 1973’te yılın atleti seçildi ve Denizli Valisi kendisini hatırı sayılır altın armağanlarla ödüllendirdi.

İşte böyle sevgili okuyucularım şimdi tanıyor musunuz Hamza Canavar’ı?  Bu anılar unutulur mu? Bu duygu yüklü, buram buram vatan aşkı taşıyan dost insan unutulur mu? Daha nice acı ve tatlı anıları var Hamza Ağabeyin. Kim bilir, belki içimizden bir babayiğit çıkar da biyografik romanını yazar Hamza Cnavar’ın. Böylece daha iyi anlaşılacaktır onun hayat hikayesi ve bir millî atlet olarak taşıdığı büyük sorumluluğun ne manaya geldiği. Ben kendi çapımda, aklımda kalanları kâğıda dökerek görevimi yaptığıma inanıyorum. Onun unutulmaması gereken şahsiyetlerden biri olduğuna inandığım için yazdım bu satırları. Daha genişini, daha güzelini yazmak gerekir diye düşünüyorum.

Hamza Ağabey, “Hayatım boyunca iki uğultuyu unutamıyorum Galip Usta!” dedi. Ve ekledi: “Birincisi çocukken abim Koreli Hasan’la dağda, Kuzpınarı’nda ekmek seniti yapmak için iki saat uğraşarak koca bir çam ağacını devirmiştik. Koca çam ağacı yıkılırken öyle bir ses çıkardı ki, bütün orman uğuldadı, sadece Çengel Dağı değil, Türkiye’nin tekmil dağları yas tuttu adeta. Koca çam çevresindeki birçok küçük ağaca da zarar verdi; tüm kayalar, tüm dereler, tüm pınarlar ağladı. Dayanamadım, ellerimle kulaklarımı kapadım. O acı haykırışları, o matem uğultusunu asla ama asla unutamıyorum. Her hatırlayışta o kötü ânı sanki tekrar yaşıyormuşum gibi çok üzülüyorum. Zaten o tarihten sonra kendi çevremden hiç kimseye ağaç kestirmedim, kestirmem de. Ağabeyime de o ağacı kesmemesi için yalvarmış fakat bir türlü engel olamamıştım. Unutamadığım ikinci uğultu ise Atina’da, Olimpiyat Stadı’nda Yunan seyircilerinin beni alkışlarıyla ve sesleriyle desteklerken çıkardıkları sestir. Bana duyulan sevginin bir göstergesi olarak kabul ettiğim Yunan Halkının sesini hiç ama hiç unutamıyorum.”

HC-Resim8

İŞTE BUNLAR BENİM HAYATIM

Birinci yazımı Hamza Ağabeyden habersiz yazdım, yazdıklarımı evine vemeğe gittiğimde  hanımıyla gülerek karşıladılar beni evlerinin kapılarında. Hoş beşten sonra elimdeki kağıtları eline uzattım. “Ne bunlar Galip Usta?” diye sordu. “Okursan, anlarsın!” dedim. Hanımıyla birlikte başladılar okumaya. Hamza Ağabey ağlamaktan okuyamadı. Bir daha denedi, yine okuyamadı. Göz yaşları sel oldu, aktı. Hüzün sardı her yanı! “Keşke gelmeseydim!” dedim içimden. Sonra yazıları Hamza Ağabeyimin hanımı okudu, biz dinledik. Hem Hamza Ağabey, hem de ben dugu yüklü idik. Kolay mıydı, yıllar öncesinin acı günlerini tekrar yaşıyorduk! Az sonrada aramıza Hamza Ağabeyin hanımı da katıldı. Bir ara durduk, bir sesizlik kapladı odayı, sonra yengem kendisini toparlayıp “Çok güzel anlatmışsın, gerçekten senin yazılarını beğenerek okuyorum,” dedi. Sevindim tabi, gözüm odanın köşesindeki vitrinli cam dolaba ilişti. “Abi bunlar ne?” dîye sordum. Cebinden mendilini çıkardı, gözyaşlarını silerek, “İşte Foto Galip, bunlar benim hayatım! Sen değerlendir artık, neler yapmışım?” dedi. Kısacık bir ömüre sığdırılan onlarca plakat, kupa ve madalya vardı. Dolabın yanından birkaç metre geriye gittim hepsini göreyim diye. “Saymakla bitmez, en iyisi fotoğrafını çekeyim de okuyucular değerlendirsin,” diye düşündüm. Çünkü bir fotoğraf bin laf söyler. Öyle de yaptım. Birkaç poz fotoğraf çektikten sonra konuşmaya başladım: “Hamza Abi, bazı zenginlerin evlerinin duvarlarında milyarlık tablolar, değerli antikalar asılı; bazılarının duvarlarında ise gizli kasalar gömülü, içlerinde milyarlık mücevherler saklı. Senin duvarlarında ise zamanı durduran eski bir saat ve üzerinde millî formalı bir atlet, bir Hamza Canavar fotoğrafı var. İki metrelik dolabında alın terinle kazandığın onlarca kupa, plakat, madalya, son giydiğin forma ve bağrından çıkarıp başının üstünde dalgalandırdığın al bayrak var! Daha ne olsun Hamza Abi, ne mutlu sana! Gözlerimi ayıramadım alın teriyle kazanılmış şu gümüş kupalardan. Hepsinin üzerinde başka dillerde yazılmış yazılar var. Abi sen ne kadar çok ülkeye gitmişsin, şaşırdım doğrusu!” dedim. “Gitmediğim ülke kalmadı ki!” dedi ve başladı saymaya. O sırada yanımıza gelen yengeme gülerek takılmak istedim, “Nasıl, Abimi hâlâ seviyor musun?” diye sordum. “Ne demek Galip, sevmek ne demek? Gurur duyuyorum onunla!” Bir ara göz göze geldiler, gülümsediler. “Tabiî ki gurur duyacaksın yenge, Türkiye gurur duyuyor onunla!” dedim. “Bak sporu bırakalı yıllar oldu, Denizli’den bir daha Hamza Canavar gibi bir kişi çıkabildi mi? Türkiye Bulgaristan’dan, Afrika’dan sporcu getirir oldu. Demek ki çok zor bir sporcu yetiştirmek. Hele bir atlet yetiştirmek dehe da zor olsa gerek. Bu yüzden sporcuların kıymeti iyi bilinmeli. Nerede öyle bir yönetim!” Hamza Ağabey söze girdi, beni teselli etmek istedi. “Yok yok, bazen az da olsa hatırlanıyoruz. Türkiye’nin bazı illerinden misafir olarak çağırıp spor okullarında konuşma yaptırıyorlar. Yeni yetişen gençlerle tanışmaktan zevk alıyor insan. Bak geçen ay Kurtuluş Gününde Adana’ya çağırdılar. On gün boyunca Türkiye’nin yaşayan millî atletleri bir araya geldik. Hem eski anılarımızı yadettik, hem de birkaç okulda konuşma yaptık. İyi oldu, bize iyi baktılar, bizi layıkıyla ağırladılar. Yanımızda eşlerimiz de vardı.”

Hamza Canavar, Türk spor tarihine adını altın harflerle yazdırdı, belleklerimizde efsaneleşmiş bir şahsiyet olarak yerini aldı. Koşuyu bıraktıktan sonra uzun yıllar atletizm antrenörü olarak calıştı. Ne mutlu Hamza Canavar gibi kişilere, ki onlar alın teri akıtıp gururla ülkelerini temsil ettiler. Binlerce teşekkür, al bayrağımı başka ülkelerde de dalgalandıranlara. Ne mutlu ki böyle kişilerin içinden birinin Beylerli’den çıkması! Ne mutlu bana ki, böyle bir kşiyi tanıyıp böyle bir yazıyı kaleme alma fırsatı bulduğum için.

ŞAİR RUHLU İNSAN

Akşamlar oldu mu, yarışmak için gittiği ülkelerin otel odalarında içine bir gariplik çökerdi. Tek başına kalınca düşünmeye başlardı. Bir güzel kalbini çalmıştı çünkü. O gönül verdiği, sevdiği insanaydı en büyük özlemi. Kanı kaynamıştı yeni tanıştığı bir güzel kıza. Ona yanıp tutuşuyordu hep. Otelin penceresinden, sokak lambalarının ışıklarına baktı uzun süre, kendisini o ışıkların etrafında dönen küçük kelebeklerden birine benzetti. Bir konup bir uçuyor,bir yanıp bir sönüyorlardı. Daldı gitti anılara. O zamanlar ne bilgisayar vardı ne de cep telefonu. Ne kadar ulaşmak istese de ulaşamadı sevdiğine, sesini duyamadı sevdiğinin. Şair ruhlu bir insandı o; çok hüzünlendi ve aklına gelen şiiri yazdı nakış nakış gönül defterinin samanlı yapraklarına:

Şimdi seni düşünüyorum gülüm seni çok seviyorum
Bir an önce dönsem de kavuşsam sevdiğime diyorum
Bir yanda memleket özlemiyle yanıp tutuşuyor kalbim
Bir yanda yoksul fakat gururlu başını dik tutan halkım

 

Zaman öyle hızlı akıyor gözü açık düş görüyorum sanki
Beni koşarken alkışlayan seyircilerin içindesin inan ki
Yadellerde bile mutlu ediyor beni var olduğunu bilmek
Yine söyleşmek istiyorum seninle yine eğlenip gülmek

 

Gurbette odamı aydınlatan gönlümün biricik ay ışığısın
Gül yüzünü hatırlıyorum nazlı bakışlarını ceylan misali
Sen sılada parlayan ay ben ise burada ışıyan bir yıldız
Ilık ılık esen gecenin rüzgârıyla dalgalanan al bayrağız

 

Biliyor musun bir tanem sabahleyin ben yollara düşüp
Bir kartal gibi kanatlanıp uçarak yakın edeceğim uzağı
Fırlayıp bir panter gibi canımı dişime takıp koşacağım
Seni düşündükçe ey yar daha çok şahlanıp coşacağım

 

Bayrağımızı göndere çektireceğim yine dalgalanacak
Gümbür gümbür dövecek kalbim bağrımı ağlayacağım
Seni halkımı ülkemi annemi babamı özlemle anacağım
Sevginin büyülü gücünü böylece daha iyi anlayacağım

 

Yine seyrime gel hayalinle ve alkışla beni yine destekle
Yine ipi ilk göğüsleyen koşucu ben olayım yeter ki iste
Ben dönünce bahar gelsin yarim ısınsın evimizin havası
Bayram etsin köyümüz semtimiz ve tekmil şehirlerimiz

 

Bir avuç kor gibi düşüyor içime mühür gözlerinin karası
Bir yanda senin sevdan bir yanda memleketin sevdası
İki büyük aşkla dolup taşıyor her gün şu garip gönlüm
Lakin meçhuldür bu yükü çekmeye yetecek mi ömrüm

HC-Resim9

 

İstiyordu ki görsün, duysun, düşündüğü bu şiiri. Kendisini işitemediğini görüyor, daha çok özlüyordu onu. Sonra, sonra çevresine çaresizce bakınıyor, yanaklarına süzülen iki damla yaşa engel olamıyordu. Dişlerini sıkıyor, sıkılı yumruklarıyla odanın duvarını dövüyordu. Sonra o göz yaşlarının neden ve kimin için aktığını düşünüyordu. Bir başkaydı sevmek, bir başkaydı aşk. Dünyalar güzeli bir kıza, bir öğretmene vurulmuştu. Gittiği şehirlerde, sabahları katıldığı koşularda hep ülkesinin sorumluluğunu taşıyarak koşmuştu. Bu sorumluluğa bir de sevdiği insanın sorumluluğu eklenmişti. Artık onun için de koşacaktı, onun için de en önde olmaktı bütün amacı ve öyle de oldu. Her koşu öncesi sevdiği kadın düşüyordu ille aklına. Memleket sevdası ise zaten hiçbir vakit terk etmemişti onun kalbini. Bu iki büyük sevdadan güç aldı Hamza, bu iki büyük sevdanın gücüyle büyük başarılara imza attı. Gerek Türkiye’de, gerek dış ülkelerde katıldığı koşulardan sevdiği kadına dönüşü hep muhteşem oldu. İsmini altın harflerle yazdırdı gönüllere ve Türk spor tarihine. Kendisini bekleyen birinin olması ne kadar hoştu. Her yolculuk dönüşü sevdiği kadının kendisini özlemle beklediğini görünce yüzü gülmüş, içi tarifsiz güzel duygularla dolmuştu. Sonra bir gün “Hadi gari” dediler de evleniverdiler. Binlerce sevenleri şahit oldu onların mutluluğuna.

 

Bilmem tanır mısınız? Yukarıdaki fotoğrafta Hamza Ağabeyimin yanıbaşındaki bayan onun müstakbel eşi. Hamza Ağabeyimi çok seven ve kendinden çok düşünen hanımı. Şimdi her ikisinin de birlikte mutlu bir yaşamı var. Allah daha nice yıllar beraberce yaşamak nasip etsin.

 

Hamza Ağabey sporu bıraktıktan sonra fazla anlamadığı bir işe, tekstil işine girdi fakat insancıllığı yüzünden başarılı olamadı. Bakmayın siz onun soyadının “Canavar” olduğuna! Bir yaralı yavru ceylan kalbi vardır onda; sevecen, dost, duygulu, merhametli. Oysa bugünün şartlarında bir insanın iş adamı olarak ticaretle uğraşması için, gerçekten canavar gibi acımasız ve gaddar olması gerekiyordu. Çünkü iş adamı olmanın kitabında “duygu, merhamet, acıma” gibi kavramlara yer yoktu. Sadece rakamlara ve kâra dayalı katı kurallar vardı. Her şeyin farkına vardığında ise zaman bir hayli geç olmuştu. Hiçbir çalışanını mağdur etmeden, her problemin içinden alnının akıyla çıkarak kendine bir yol çizmiş, şimdi o yolda hiç acele etmeden, ağır ağır ilerlemeye devam ediyor.

 

Ey yaşamı başarılarla dolu insan, ey efsaneleşen millî sporcu! Dilerim, gün geçtikçe değerin daha iyi anlaşılsın! Ağır ağır yürüdüğün yolun açık olsun! Sana eşinle birlikte sağlıklı, mutlu ve uzun bir yaşam diliyorum sevgili Hamza Ağabey!

 

Güzel günlerde buluşmak dileğiyle, saygılar…

 





25 Yorum:

Avatar

ilhan Akkaya:

Tarih: Şubat 10th, 2015 | Saat: 18:50

Sevgili agabey, köylümüz Hamza Canavari iki bölüm halinde cok güzel anlatmissin. Eline, yüregine saglik. Hamza Canavrla ilgili anilarini alatirken, benim de aklima Hamza abiyle ilgili iki ani kirintisi geldi. Kendisyle hic yüz yüze gelip konusma ortami olmadi. Onu köyde, simdi Yeni Mahalle, eskiden Sigirönü denilen yerde kosarken hatirliyorum. O zamanki simasi yegeni Mehmet e benziyordu. Ilk anim bu. Bu yilin hangi yil oldugunu hatirlamiyorum.
ikinci anim Almanya da. Yanilmiyorsam 1973 veya 1974 ün yaz ayinda Ilhan Güller ile birlikte bir sinemaya gitmistik. Filmin Ismini hatirlayamiyorum simdi. Film baslamadan önce reklam seklinde gösterilen kisa filmler vardi. Bu kisa filmlerin birinde Hamza abinin birinci oldugu bir kosuyu gösteriyordu. Tabi filmde kosucunun Denizli den oldugu falan anlatilirken, Biz Iki Ilhan coskudan sinamanin icinde ayaga kalkip bagirmistik. “Bravoooo Bravooo bu bizim köylümüz” diye herkesi kendimize bakitmistik. Onun basarisndan bizde gururlanmis ve övünmüstük. Ve yillar su gibi akti gitti…

Evet abi kistli olanaklarla basaridan basariya kosmak, kolay degil. Hayat da bir maraton. Bu maraton bitirken arkada konusulacak iyi izler birakabilmek önemli olan. Aramizdan birinin anilarini anitlastirmanin ilk adimlarini bu yazilarinla baslatmis oldun. Sabri nin dedigi gibi bunun devamini getirmeni dilerim. Sen bunu yapabilecek donanima sahipsin.

Hamza abiye saglikli daha nice yillar dilerken, senin de icten ve samimiyetle yazdigin yazilarini zevkle okudugumu bilmeni isterim. Daha nice güzel yazllar yazman dilegiyle saglicakla ve esen kal…

Avatar

Meltem Canavar Durgun:

Tarih: Şubat 10th, 2015 | Saat: 21:02

Sevgili Galip Ağabey, yazınızı ağlayarak gururla okudum,böyle bir babanın evladı olmaktan bir kez daha gurur duydum,size sonsuz teşekkürlerimi babam ve ailem adına sunuyorum.Sevgiyle kalın.

Avatar

şefikaveli öztürk:

Tarih: Şubat 11th, 2015 | Saat: 16:35

galip abicim her şey olduğu gibi çok içten ,duygulu bir anı lomuş.gerçekten yüylerim ürperdi okurken.eline sağlık .böyle saklı kalmış ne cevherler varmemlekette.yeterki keşfedilsin.ne yazıkki.nice başarılı gençler olumsuzluklar nedeniyle heba oluyor.köyümün başarılı insanlarıyla nekadar gurur duysak azdır.abicim gizli cevherlerini mutlaka yazmalısın çok güzel olmuş.nefes almadan okudum.selamlar.

Avatar

şefikaveli öztürk:

Tarih: Şubat 11th, 2015 | Saat: 16:40

abicim koşu çalışması yaparken hamza abim.bizde öğretmen okulu penceresinden onu selamlardık.şimdiki çok sevdiği eşi ile.sonrada haydi derse girerdik.

Avatar

Hüseyin Afacan:

Tarih: Şubat 12th, 2015 | Saat: 12:24

Sevgili Dayımın; Çocukluk yıllarında yokluk ve yoksulluğu en derinden yaşamış,fakat özünden ve insan olma değerlerinden ödün vermeden başarılarla dolu gençlik yıllarını geçirmiş,ve bugünde aynı çizgide vakur duruşuyla orta yaş günlerini yaşıyor
Allah sevdikleriyle beraber sağlıklı, mutlu ve örnek alınacak kişiliğiyle uzun ömürler versin.

Galip kardeşim..! İnsanlar ; zirveye bir gayretin,özverinin ve azmin sonucu çıkıyor. Gerçek bir başarının nasıl ilmik ilmik iş lendiğinin hikayesini o güzel duygu dolu cümlelerinle kaleme almışsın. Böyle önemli bir hayat hikayesini kaleme almak ve onu tarihe mal etmek senin gibi güzel insanlara nasip oluyor.

Seni kutluyor,başarılarının devamını diliyorum.

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Şubat 12th, 2015 | Saat: 14:51

SEVGİLİ İLHAN Güzel dugularla yazılmış yorumun için teşekkürler.İnsanların nerede kiminle karşılaşçığı hiçbelli olmuyor. Şuna bak gurbetde bir sinama salonunda köyünün insanlarından bir görüntü nasıl olur insan heycan sevinç bir arada bağırır tabi ben olsamda aynı şeyleri yapardım.Hamza abi iyi insan ya

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Şubat 12th, 2015 | Saat: 14:55

Sevgili meltem seninle bir araya gelip tanışıklığımız oldumu hatırlamıyorumYazıma gelince bir şeyleri hatırlayıp yazıyorum.Babanı severim benim iyi bir dostumdur iyi bir insandır sizlerin gurur duyması değil bizler gurur duyuyoruz bu güzel insanla bizim buralardan selamlar.

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Şubat 12th, 2015 | Saat: 15:00

Sevgili sefika bacı güzel yorumun için teşekkürler o yıllar öğretmen okulunda okuyorduk şimdiki eşiyle onu görür selamlardık diyorsun.Şimdi anlıyorumki yengemi daha o yıllar gönlüne koymuş ve iyide olmuş bak şimdi senin arkadaşın bizim buralarında gelini değilmi selamlar

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Şubat 12th, 2015 | Saat: 15:06

Sevgili arkafaşım hep beraberdik o yıllar hep ac susuz öyle yaşadık Bilirsin seninle ben nasıl odalarda yattık kalktık.Çok şükür bu günlerimize Hamza abimde öyleydi biraz konuştum bu yaşam hikayesini yazdım umarım beğeniyle okunuyordur güzel yorumun için teşekkürler

Avatar

Ahmet Gülmez:

Tarih: Şubat 12th, 2015 | Saat: 15:15

Tebrikler Galip.

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Şubat 12th, 2015 | Saat: 15:25

SAĞ OL AHMET ABİ SENDEN BUNU DUYMAK BANA GÜÇ VERİYOR İNAN

Avatar

yusuf bulut:

Tarih: Şubat 12th, 2015 | Saat: 21:48

tertip,seni kutlarım.özenle hamza canavarın,spor hayatını yazmışın ,çok emek vermişsin,ayrıca değer tabi,usanmadan yazmışsın bravo.tekrar kutlarım.

Avatar

Zeki AKDUMAN:

Tarih: Şubat 14th, 2015 | Saat: 18:22

Harikasınız.Milli Atletimiz Hamza Canavar serisini okurken bana

yaşattığınız duygu yüklü muhteşem anlar için size sonsuz

teşekkürler.

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Şubat 15th, 2015 | Saat: 06:32

SAĞ OLUN SEVGİLİ ZEKİ Sizlerden bunları duymak bana yaz durma sakın durma der gibi geliyor tekrar sağ olun

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Şubat 15th, 2015 | Saat: 12:57

Sevgili arkadaşım hamza abiyi yazmak için bayada uğraşdım bilmem anlata bildimmi güzel yorumun için teşekkürler kendine iyi bak

Avatar

mustafa canavar:

Tarih: Şubat 15th, 2015 | Saat: 22:02

Sevgili can arkadasim neguzel uzun uzun anlatmisin sevgili amcami Allah sana uzun omur versin her zaman guzel yazilarini okuyalim bagzen huzun bagzen sevic elerine yuregine saglik benim guzel kalpli can arkadasim saygilarla selamlar.

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Şubat 16th, 2015 | Saat: 05:59

CAN arkadaşım mustafa hamza abiyi severim iyi insan tekrar hatırlanmasını arzu etdim yazdım iyide etdim okuduğun için teşekkürler kendine iyi bak selamlar

Avatar

Çakırali'nin Sabri:

Tarih: Şubat 17th, 2015 | Saat: 18:13

Çok güzeldi Ustam, bir çırpıda okudum. Yine duygularla doldum taştım. Sağ ol, var ol!
Selamlar, saygılar Sana…

Avatar

Özel Ayna:

Tarih: Şubat 20th, 2015 | Saat: 18:28

Yine döktürmüşsün Galip abi.
Bu yazınla hem bizlerin hemde tüm hambatın gurur kaynağı Hamza abimizi akıcı üslubunla anlatmışsın.
Eline ve yüreğine sağlık.

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Şubat 21st, 2015 | Saat: 05:24

TEŞEKKÜRLER SEVGİLİ ÖZEL

Avatar

salih aras:

Tarih: Mart 14th, 2015 | Saat: 16:41

degerli abiciğm yazılarını yeni takip ediyor olduğum için

kendme çok kızıyorum yazılarınız çok şahane mürekkebin hiç bitmesin saygılarımla

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Mart 22nd, 2015 | Saat: 19:03

Sevgili salih dost
Zamanın buldukça ara sıra uğra bizim buralara benide yanlız bırakma

Avatar

GALİP ÇAKIR:

Tarih: Mart 23rd, 2015 | Saat: 20:33

Kardeşim sabri güzel yorumun için sağ ol hep beraber güzel günlere selamlar sevgiler

Avatar

Hursit Turkay:

Tarih: Mart 23rd, 2017 | Saat: 06:45

Hamza Canavar..O’nu ilk tanidigimda Denizli Gundogdu ikjokulu 5 gibiydim.Benilm Kavakyelleri klibimin ilk giris sahnesinde bulunan o, Ucgen’deki Kirishane mahallesi Simdi konservatuar olan Kulahcioglu Fabrikasi ve Kocakavak agacin hemen onundeki tozlu yollarda, Dedemin bakjali önünde bizi, İsmail Pacacioglu arkadasimla atletizmle tanistirdi..İlk antrenmanlari orada yaptirdi bize Hamza abi..Sonradan buyuk bir gururla ogrendim ki Balkan Maraton Sampiyonuymus..Tabi ki bu arada mahallemizin en guzel kizi Muserref ablamla da evlendigi gunu dun gibi hatirliyorum..
Denizli, sahip oldugu bir sampiyona gerektigi kadar sahip cikamadi bdnce..Ama o, Bizim mahallemizin Hamza abisi gonullerimizden hic cikmadi.cikmayacak da..Selam buyuk sampiyon….

Avatar

Mustafa Kacar:

Tarih: Eylül 17th, 2023 | Saat: 14:26

bende maraton tekstilde ütücüydüm hamza bey beni tanır.Şimdi Antalyadayım.yaş 45 oldu.üç çocuğum oldu birisi hamza

Yorum Yap:

Bizim Buralardan Merhaba!..

Neler Yazdım?

Gazete Manşetleri

Bizim Buranın Havası

DENIZLI

© 2024 Tüm hakları saklıdır Bizim Buralar Beylerli – (Foto) Galip Çakır - Düşüncelerimi ve görüşlerimi paylaştığım adresim. Beylerli hakkında yazılarımıda burada bulabilirsiniz. (Foto) Galip ÇAKIR Wordpress