Bizim Buraların Dişi Kartalı

11 Haziran 2015 | Kategori: Yazılarım | 4.210 views


YFatmaAbla2

YÖRÜKLERİN KOCA FATMA ABLA

Uzun yıllar evvel Denizli’den köye gelmiştim.

Sığır önü çeşmesinde tuluklarına su doldururken görmüş de yoldan çağırdı beni:

“Fotoğrafçı oğlum, yarın gel de bana bir fotoğraf çekiver. Benim oğlan askerden mektup yollamış, ‘Ana, benim kızlarımın fotoğraflarını çektir de yolla. Onları çok özledim. Sakın unutma, dört gözle, hasretle beklerim,’ diye yazmış,” dedi.

Gülümsedim, “Tamam abla, çekeyim, fakat çadır çok uzak ise, ben dağlara gidemem,” dedim.

“Senin gelmene gerek yok, ben yarın alır gelirim kızları eve,” dedi.

Ertesi gün öğleye doğru evimize geldi:

“Haydi, fotoğrafçı gidelim, ben kızları eve getirdim. Onları şöyle bir çekiver de oğlana göndereyim. Görünce sevinsin bakalım. Koca oğlum gurbette çok özlemiş kızlarını!”

Kendisi de saçlarını taramış, yeni elbise giyinmiş, hazırlanmıştı.

Makinemi aldım, koca Fatma ablayla beraber konuşa konuşa sığır önündeki evlerine vardık. Gömlek pantolonlu bir delikanlı ile allı morlu elbiseli küçük bir kız bekliyordu merdiven başında. Bir de evin avlusunda üç keçi duruyordu; biri siyah, biri beyaz, biri kırçıl renkliydi.

Fatma abla o keçileri yanına çağırdı birer birer. “Kınalım gel, Akgülüm gel, Bulutum sen de gel!” Yavaş yavaş geldiler, benden korkup çekindikleri belliydi. Oğlana ve küçük kıza, “Siz de gelin yanıma yavrularım, şöyle güneşe duralım,” diye seslendi. Yan yana sıralındılar keçilerle beraber.

“Haydi foto, çek şöyle! Biz de güzel duralım, el içine çıkacak, askere gidecek bu resimler! Oğlumun kızlarını arkadaşları görecek! Güzel bir şey olsun ha, sonra paranı vermem!” diye takılmadan edemedi.

Etrafıma bakındım, kimsecikler yoktu. Sadece bir köpek yavrusu kuyruğunu sallıyordu avlunun orta yerinde, “Beni unuttunuz!” der gibi.

“Şimdi fotoğrafınızı çekeceğim Fatma abla, fakat kızlar nerede? Torunların nerede? Hani oğlanın kızları var,” diyordun dedim.

“Tamam, işte oğlanın kızları şu üç keçiler! Bu oğlanla kız da benim çocuklarım. Askerdeki büyük oğlan keçilerini özlemiş! Ben sana şaka yaptım fotoğrafçı!” dedi.

Fotoğrafları çektim ama hayretler içinde kalmıştım. Demek ki insanoğlu nereye gitse, yaşadığı hayatı, geride bıraktıklarını özlüyordu.

 

YFatmaAbla1

ASKERDEN ANAYA MEKTUP

Bir yiğit, askerlik yaptığı yerden anaya mektup yazıyor. Hayatını geçirdiği dağların özlemini çekiyor; yavuklusunu, sevdiği kızı sormuyor anaya. Peşine takılıp aylarca dere tepe dolaştığı, yanından ayırmadığı üç keçinin nasıl olduklarını soruyor. O sevdalılarını; o Akgül, Kınalı ve Bulut adını verdiği keçi kızlarını soruyor anaya.

Onun için canı kadar değerli, onun için hayatının en vazgeçilmez parçalarından olan üç keçiyi soruyor:

“Ana, kızlarım nasıl? İyi bakıyor musun benim kızlarıma?”

Ve ekliyor:

“Kurda kuşa, yem yapma onları sakın ha! İyi bak kızlarıma anacığım. Beni arıyorlar mı? Benim kaval sesimi özlemişler mi? Ben çok özledim onları ana! Birer birer çağır da öpüver kızlarımı benim için gözlerinden. Olur mu benim canım anam? Bir de bebeleri doğarsa aman yanında ol, kurtlar kapmasın aman! Yavrularını iyi besle, ben gelinceye kadar büyüyüp dere tepe koştursunlar. Çok özledim kızlarımı anacığım, ha bir fotoğraflarını çektir de yollayıver! İki satırda mektup yazdır köyün öğretmenine, babam nasıl, kardeşlerim nasıl, sen nasılsın anlatıver. Canım anacığım sizleri çok özledim. Kestane kebap, acele cevap beklerim.”

HELÂL ET O DÜRÜMÜ BANA

Ana yüreği bu, huzursuz olmaz mı? Günlerce benim Denizli’den köye gelmemi beklemiş, yolumu gözlemiş. Babama sormuş beni kaç gez “Ne zaman gelecek?” diye. Köye gelip, fotoğrafları eline verince de mücevher bulmuş gibi sevinmişti. Fotoğraflara bakarken gülümsemiş, mutlu olmuş, “İyi ki gördüm seni fotoğrafçı!” diyerek sevincini belli etmişti.

Ah Koca Fatma Abla ah! Elinde çalıdan yapılmış değneğin, belinde kuşak içinde sakladığın tabancan, sırtında azığını sakladığın torban ayaklarında gururla taşıdığın çarığınla, o dağ senin bu dağ benim gezer dururdun.

Keçi sürülerin arkasında yorulmazdın hiç, yılmazdın. Hakkını savunurdun, kaç erkeği cebinden çıkarırdın.

Her şeyden önce merttin, korku ne bilmezdin, kötülük ne bilmezdin. Uçsuz bucaksız yaylaların ve rüzgârların uğul uğul inlettiği ormanların dişi kartalıydın. Tıpkı Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe hikâyesindeki efelik yapan kadın gibiydin. Dağların hanım ağasıydın sen, hey gidi Koca Fatma Abla!

Hep iyilerin, yoksulların ve haklıların yanındaydın. Sözü dolandırmadan söyler, hilecilere, düzenbazlara, laf ebelerine fırsat vermezdin.

O ıssız dağlarda, yalçın kayaların ardında yapayalnız, çilekeş bir ana sanırdı seni herkes. Oysa sen koca Çengel dağının kuşlarıyla konuşur, pınarlarıyla söyleşirdin. Ormandaki her canlı seni tanır, seni dost bilirdi. Belki de bu yüzden kurtlar sana saldırmaz, tilkiler kurnazlık yapmazlardı. Yaylaların binbir renkli çiçekleri, irili ufaklı ağaçları, kadife kanatlı kelebekleri senin arkadaşlarındı. Onların dilinden, onların halinden yalnızca sen anlardın. Gün olur onların derdini dinler, gün olur onlara derdini dökerdin. Acılarını onlarla paylaşır, onlarla yas tutardın kara günlerde. Bu yüzden insanlara senin gözyaşı döktüğünü görmek kısmet olmadı.

Herkes seni sözünü esirgemeyen, her zaman mutlu, hayata iyimser bakan, sahip olduklarıyla geçinmesini bilen, hiçbir şeyi dert edinmeyen, hiç kimseye özgürlüğünden asla taviz vermeyen bir kadın olarak tanıdı.

Dağda, Ali seki denilen yerde çadırınız vardı. Birgün babamla Kuzpınarı tarafından, odundan geliyorduk. İkindi üzeriydi. Bizi uzaktan görmüş, iki yufka ekmeğin içine tuluk yoğurdu sürmüş, yolda önümüze geçip bize vermiştin! Nereden bildin benim o kadar acıktığımı? Nasıl bildin açlıktan midemin ağrımaya başladığını? Öyle sevindim ve o dürümü öyle sevdim ki, tadı damağımda kaldı. Hiç aklımdan çıkmıyor.

Helâl et o dürümü bana, olur mu!

 KADER UTANSIN

Onu yıllar sonra Çayırkayası’nın yanında gördüm, çok yaşlanmıştı. Keçilerini otlatıyordu yine. Zor tanıdı beni, “Sen ne olmuşsun böyle evlat!” diyerek şakalaştı benimle.

“Zaman seni de yormuş, benim gibi; saç baş ağarmış! Başka yerde görseydim tanıyamazdım!” dedi, gülüştük birlikte

Ben, “Sen de yaşlanmışsın Koca Fatma Abla,” dedim. O, söylediklerimi işitmemiş gibi elindeki kirmanı çevirmeye devam etti bir süre. Sonra kirmanı bir eline aldı, az durakladı, derin bir ah çekti ve başladı anlatmaya:

“Evin erkeği hasta olunca her şey bana kaldı. Yaşlandım, biraz çalışsam, hemen yorgun düşüyorum. Eski halim yok, fakat ne yapacağız? Başka çaremiz yok! Meslek edinmişiz çobanlığı. Birkaç gün çadırda kalsam, bunalıyorum. Düşüyorum yine keçi sürüsünün arkasına, hiç olmazsa dertlerimi unutuyorum.”

Eskileri, gençlik yıllarını hatırlayıp anlatıyor:

“Çok kötü günlerimiz geçti fotoğrafçı! Ben bambaşka bir hayat yaşadım şu dağlarda! Şu ağaçların dili olsa da anlatsa çektiklerimi benim!”

Gözleri doldu, anlatmaya devam etti:

“Geldik buralara, eş dost yok! Çadırın hem kızı hem oğluydum! Her iş benim üzerimdeydi, yapayalnızdık. Dağlarda yörük kadını olmak zordu, fakat ben erkek gibi kadındım. Sırtımda tüfeğim, belimde tabancamla yaşardım, hiç kimseden korkmazdım. Genç kız iken benim de hayallerim vardı, gerçekleşmesi imkansız olan düşlerimdi onlar. Bekledim, olmayınca kendi kendime, ‘Sen bir yörük kızısın Fatma,’ dedim. ‘Senin hayallerin kara çadırın içi ve dağlar olsun! Ala gezem, sarı keçi olsun! Bırak bu düşleri de takıl keçi sürüsünün arkasına! Dertlerini ağaçlara, kuşlara, çiçeklere anlat,’ dedim. Öyle de yaptım. Bak şu halime! Ondan sonra dağlarla yaşar oldum. Hamurlu ellerimle türkü de çağırdım, kaval da çaldım, silah da kullandım. Aah fotoğrafçı, aaah!”

Duygulandı, başındaki sarı dastarının ucuyla göz yaşlarını sildi, bir süre sustu, konuşamadı. Gözlerini Çengel Dağı’na çevirdi, birkaç damla yaş süzüldü yanaklarından aşağıya. Derin bir soluk aldı başladı tekrar anlatmaya:

 YILDIZDAN KÖYLER VARDI

“Büyük şehirlerin eteklerini özleyen bir yanım vardı benim. Kimselerin görmediği, görse bile gidemeyeceği bir yıldız köyü vardı içimde; şirin mi şirindi. Büyüyünce oraya gidecektim. Genç kızlığın yaşattığı pembe hayallerime dalar gider de neler kurardım. Yörük kızı da olsam ben de insandım. Bazı gecelerde Samanyolu’ndaki yıldızlardan yol yapardım o köye. Kara çadırın deliklerinden sızan ay ışıklarında uyuyamazdım. Issız dağların doruklarında esen meltem yellerinden haber beklerdim. Kapkara gecelerde gökyüzünde kayan yıldızları sayardım. Kim bilir kaç gez dalar dalar giderdim, birilerini bekler gibiydim sanki. Bazen ağaç kabuklarından ev yapardım kendime. Büyükçe bir yer mantarını koparır, masa diye süslerdim. Ateş böceklerinden ışık yapardım. Salyangoz kabuklarına kır çiçekleri diker, sıralardım evimin penceresine. ‘İşte benim evim böyle olsun!’ derdim, çünkü sevmiyordum kara çadırı. Vadilerin mor menekşelerinden demetler yapar, başıma takardım. Topladığım taş yosunlarından kına yapar, kına yakardım ellerime. Ellerimin kınasını görürdüm de gözlerimin rengini göremezdim. Merak ederdim, nasıl bir kızdım acaba? Yıllarca kendi yüzümü göremedim, nasıl bir yüzüm vardı acaba? Su biriken yerlere eğilir, kendi yüzümü görmeye çalışırdım. Kırık cam şişelerinden ayna yapmayı denediysem de başarılı olamadım. Şöyle ağaçların arasından bir prens çıkıversin de kucaklasın, alsın gitsin beni şu dağlardan o yıldız köylerine diye çok bekledim. Bütün vücudumu bir heyecan sarar, yüreğim hızlı hızlı çarpardı. Bazen bir büyük taşın tepesinde, bazen de ulu bir çam ağacının kekik kokulu gölgesinde düşlerdim bütün bunları. Şöyle bir kuş ya da sarı bir kelebek olsam, uçup gitsem şu dağlardan büyük şehirlerin içine! İnan ki dönüp arkama bile bakmazdım, fakat bunun olmayacağını ben de biliyordum. Çünkü Kocabacakların Yörük Kızı Fatma idim ben. Yerim yayla, evim kara çadır, mesleğim de çobanlıktı benim. Ben nasibimi bu dağlarda aramalıydım, öyle de oldu evlat! Bizim nasip dağlardan geldi, o da yörüktü. Hüseyin isimli bir delikanlıydı Onunla birlikte yorulduk bu dağlarda, onunla birlikte yaşadık kıl çadırlarda. Adı üstünde deli dolu biriydi. Beraber ağladık, beraber güldük. Ellerinden öperler, bebelerimiz oldu; zaman tez geçti evlat! Şimdi Hüseyin dayın kaza geçirdi hasta çadırda yatıyor, ben yaşlandım keçi sürüsünün beşinde koşmaktan! Köye bile gidesim gelmiyor, tez geçti gençlik yıllarım! Zaman çok yordu, yıprattı beni! Bak şu halime!”

Koca Fatma Ablam anlatıyor, ben de can kulağıyla onu dinliyordum. Yaşamı hüzün doluydu:

ÇIĞLIKLARIMI DAĞLAR DUYARDI

“Ben bebelerimi şu kıl çadırda doğurdum. Ne ana, ne komşu, ne ebe, ne doktor vardı benim yanımda. Yalnızdım, dertlerimi tek başıma çeker, acıları yüreğime gömerdim. Kanayan yaralarımın ilacı, dağ kekiği ve öteki dağ çiçeklerinden kaynattığım çaylardı. Doğum sancılarım geldiğinde attığım çığlıkları ancak dağlar duydu. Bir elimden tutanım, bir göz yaşımı silenim olmadı. Issız dağlarda, kara çadırın içinde kimsesizdim ben, yapayalnızdım.

Yanımda dostlarım yoktu. Bebelerimin ilk doğum çığlıkları, oğlakların meleme seslerine karıştı gitti. Yavrularımın göbek bağlarını bile kendim kesmek zorunda kaldım. Kimsesiz, ıssız dağların eteklerinde, kara kıl çadırın içinde sadece Allah’ım vardı, hep ona güvenir, ona sığınırdım. Bak foto galip, bak şu halime! Bizlerden ev hanımı olur muydu?”

 

Elindeki kirmanın ucunu toprağa vuruyor, fakat gözünden akan yaşlara engel olamıyordu. Sesi, derin bir hüzün denizinin izlerini taşıyordu. Ben de iyice kederlenip duygulanmış bir halde, pür dikkat onu dinliyordum:

“Biz dağların insanlarıydık, ‘Rahat bırakın kara çadırımızda bizleri!’ dedik. Söz geçiremedik bazı zalimlere! Bizlere çok eziyet ettiler! Çok çektim fotoğrafçı, çok çektim ben!”

Elindeki kirmanı yere bıraktı, belindeki kuşağı açarak silahını gösterdi:

“İşte yoldaşım, işte güvendiğim tek şeyim bu silahım! Ekmeksiz yaşarım, fakat silahsız yaşamam! ‘Bir silah, yedi arkadaştan iyidir,’ demişler. Onun için bu demir parçasını belimden hiç eksik etmedim. Zaman zaman işe yaradığını da gördüm, çok it kovaladım bununla ben dağlarda! Ben kirmanımda ipe öreyim dertlerimi yumak yumak, size ne bundan! Biz de gurbetten geldik buralara, karnımızı doyurmak için! Kime zararımız vardı ki! Çok zorluklara göğüs gerdik, çok. Allah’ın dağlarını bile çok gördüler bize. Çok kötü günlerimiz geçti bizim, fotoğrafçı! Şimdi insanlar efendileşti, eski insanlar daha zalimdi. Anam babam daha da ezildiler, sorma oğlum sorma, gurbette kimin kimsen, eşin dostun yoksa, başına gelmedik kalmıyor. Yabancı mısın, eziliyorsun. İnan, her şeye katlandık! Olsun be fotoğrafçı evlat! Bunlar da geçti, ne yapabildim ki! Kader utansın!”

Hemen itiraz ettim:

“Hayır, Koca Fatma Abla hayır! Kötülük yapanlar ve onları seyredenler de utansın!”

KİRMANIYLA FOTOĞRAFINI ÇEKTİM

Koca Fatma Abla’nın acılı bir yaşam hikâyesi vardı. Dertleri vardı. Onu teselli ettim:

“Geçti bunlar artık üzülme, sil gözyaşlarını gayrı! Bugün nasılsın?” dedim.

Yine derinden bir ah çekti:

“Eskisi gibi para kalmadı hayvancılıkta. Ormanlara çıkarmıyorlar, ağaç dikildi her tarafa, otlaklarımız daraldı! Yakın zamanda ben de bırakacağım çobanlığı, fakat köyde duramam diye korkuyorum.”

Onun elinde kirmanıyla otururken fotoğrafını çektim, çok sevindi. Elini öptüm, “Hoşça kal!” deyip ayrıldım.

Ah, Koca Fatma Abla ah! Sizlere kötülük yapanlar var mı şimdi? Allah o kötüleri de aldı kara toprağa! Sen de oradasın, bak hallerine ne durumdalar. Onlar senden utanıyorlardır, yüzüne bile bakamıyorlardır şimdi, değil mi?

Seninle uzun yıllar önce yaşadığım bir anımı yazdım, ruhun şad olsun!

Rahat uyu dağların kadın efesi!

Rahat uyu dağların dişi kartalı!

Rahat uyu dağların hanım ağası!

Yalnız senden şu günlerde bir ricam olacak o bizim buralarda bırakıp gittiğin Hüseyin dayı senin deli dolu halini sevdiğin eşin hale yatıyor bıraktığın köy evinde kolu kanadı kırılmış kuşlar gibi geçirdiği kazadan sonra bir daha kalkamamış yürüyememiş artık.Uzun zamanlardan beri bende göremedim onu.

Ne olur rüyalarına gir gel gayri de özledim seni deli adamım de Koça Fatma abla

Bir şeyler söyle çağır gelsin yanına,

Yeter artık bu dünyada çektiği acılar onu, da kurtar bizim buralardan

Ne olur zamanı geldi al yanına. Sarılıp yatın kara toprakta koyun koyuna

 





8 Yorum:

Avatar

Zeki Akakça:

Tarih: Haziran 11th, 2015 | Saat: 14:23

Yine köy kokulu, acı dürülü, özlem sarılı bir yazı. Tam köy tarhanası tadında. Yüreğine sağlık. Devamı dileğimle …

Avatar

Zeki AKDUMAN:

Tarih: Haziran 11th, 2015 | Saat: 19:44

Artık alışkanlık oldu,yeni bir hikaye beklentisi ile hergün sayfanızı ziyaret etmeye çalışıyorum. Bugünde sayfanıza girdiğimde yeni bir şahsiyetin hikayesi ile karşılaşıp,oda yörük Fatması olunca ;duyduğum heyecanı anlatamam. Evet işte bu.Bizim güzel diyarımızın iyi yürekli insanları.Ne güzel anlatmışsınız.Her dönemde kötüler var ancak;şimdi düzenin dümenindeyiz.O zamanlar kötüyü ayırtedebilyorduk,çünkü iyiler vardı.Şimdi kötüyü de ayırt edemiyoruz velhasıl herşey kötü.Selam ve saygılarımla.

Avatar

Galip ÇAKIR:

Tarih: Haziran 12th, 2015 | Saat: 19:09

SSS

Avatar

Galip ÇAKIR:

Tarih: Haziran 12th, 2015 | Saat: 19:16

Sevgili zeki bizim buralar kokulu bizim buraların bir kadınını yazmaya çalıştım köyde bir eve gezmeye gitmiştim siyah beyaz resmi duvarda asılı görünce aklım düşüverdi o günler başladım yazmaya.beğeniyle okumuşsunuzdur inşallah.selamlar

Avatar

Galip ÇAKIR:

Tarih: Haziran 12th, 2015 | Saat: 19:24

Sevgili arkadaşım zeki güzel yorumun için teşekkür ederim.
Ya Fatma apla iyi bir insandı onunla geçirdiğim bir günü yazdım.Hayatı acılarla doluydu unutamadım o günleri o iyi yürekli Yörük kadınını bir yudum ekmeği de nasip olmuştu bana onu rahmetle anıyorum.

Avatar

Faruk özkan:

Tarih: Ağustos 13th, 2015 | Saat: 08:04

Galip amca cok saol resmen ninemin hayatini yazmissin cok tesekkur ederim.

Avatar

Galip ÇAKIR:

Tarih: Ağustos 24th, 2015 | Saat: 17:59

SAĞ OL FARUK KARDEŞ YAZDIKLARIM TANIDIKLARIM UNUTAMADIKLARIM ONLAR BENİM

Avatar

Galip ÇAKIR:

Tarih: Şubat 9th, 2016 | Saat: 11:26

HAYDİ KOCA FATMA
BU GÜN SENDE ERDİN MURADINA
HÜSEYİN DAYIDA ALDIN YANINA
SARILIP YATIN GAYRİ KOYUN KOYUNA 8.2 2016

Yorum Yap:

Bizim Buralardan Merhaba!..

Neler Yazdım?

Gazete Manşetleri

Bizim Buranın Havası

DENIZLI

© 2024 Tüm hakları saklıdır Bizim Buralar Beylerli – (Foto) Galip Çakır - Düşüncelerimi ve görüşlerimi paylaştığım adresim. Beylerli hakkında yazılarımıda burada bulabilirsiniz. (Foto) Galip ÇAKIR Wordpress